KUVVETLER AYRILIĞI VE TÜRKİYE’DE HÜKÜMET SİSTEMİ

Alper Çakmak
10 min readApr 11, 2020

--

Kuvvetler ayrılığı ilkesine tarihin ışıklarını yakan 3 önemli düşünür bulunmaktadır. Aristo , Locke ve Montesquieu’nin fikirlerini harmanlayacak olursak ;

Kuvvetler ayrılığı , Sokrates ve öğrencisi Eflatun’un devlet teorisini ilk geliştirmeye başladığı andan itibaren canlı olarak , ideal devlet anlayışına ulaşmada en önemli mihenk taşlarından birini oluşturmaktadır.Şöyle ki ; Devlet, insanların istek ve çabaları ile ortaya çıkan tarihsel geçmişe sahip, siyasal ve hukuksal özelliği olan, bu alanda kural koyan, üstün güce sahip bir yapı veya hukuki ve siyasi açıdan örgütlü, tüzel kişiliğe ve egemenliğe sahip yerleşik bir insan topluluğudur. Siyasi ve hukuki anlamda organize olan bu gücün kim ya da kimler tarafından kullanılacağı sorusunun cevabı ise yönetenler ve yönetilenler açısından önem taşımaktadır. Devlet gücünün işlevsel olarak bölünmesi veya eşyanın doğasından kaynaklandığı şekli ile topluluk halinde yaşamanın getirdiği düzen ihtiyacı, bunu karşılamak için konulması gereken kurallar, düzenleme yapma ve kural koyma işlevinin gereğini ortaya çıkarmıştır. Mevcut kuralların uygulanması ve ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümü için de ayrı işlevlerin var olması kabul edilmiştir. Temel sorun, örgütlü olan toplumlarda bu işlevlerin meşruiyet durumu ve yöneten ile yönetilen arasındaki hak-ödev dengesinin korunması gerekliliği dikkate alınarak bunun kim ya da kimler tarafından nasıl yerine getirileceğidir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi bu süreçte ortaya çıkan bir çözüm tarzı olarak düşünülmüş ve uygulamaya konmuştur. İdeal devlete ulaşarak toplumun daha özgür olmasını sağlayarak ve devamında özgür olan bireylerin hareket kabiliyetini genişlemesiyle devlet resmini oluşturan bir yap-boz’un parçası olmaktan çıkarak büyük resmin ana objesini oluşturmak saikiyle kuvvetler ayrılığı ilkesi çok önemli bir noktada durmaktadır.

Locke, kuvvetler ayrılığının 3 önemli erkinden ; yasama ve yürütme gücünden bahsetmiş; ancak yargıyı dikkate almamıştır. Federatif güç, bu ayrımda yargının yerine inceleme konusu olmuştur. Locke, yasama ve yürütme güçlerinden ayrı bir kavram olarak bahsetmekle birlikte aralarında bir dengenin olması gereğine vurgu yapmaz, yasamanın üstünlüğünü savunur. Bu tespitine rağmen Locke anayasal monarşi yanında yer almakta; yürütmenin, yasama organı toplantıda olmadığı zamanlarda ortaya çıkan sorunları çözmek için yetki kullanabileceğini belirtmektedir.

Yazdığı eserle kuvvetler ayrılığı ilkesine esas şeklini veren Montesquieu olmuştur. “Yasaların Ruhu” adlı ünlü eserinin başlangıcında Montesquieu, gözlem ve deney metodunu kullanarak insan yapısı kurumları ve kuralları inceleyeceğini belirtip prensipleri kendi yargılarından değil eşyanın doğasından çıkardığını ifade etmiştir. İnsanın maddi bir yaratık olarak doğasından gelen istekleriyle aklının çeliştiğini, din kuralları ve filozofların ahlak kuralları ile tutkularının devamlı mücadele halinde olduğunu, insanın tabiatından kaynaklanan doğal yasaların bulunduğunu, bunların da “barış, beslenme, cinsini sürdürme ve bilgi edinme” isteği olduğunu söylemiştir. İnsan topluluklarının tabi olduğu, fiziki, sosyal, coğrafi şartların farklılığının, bu toplulukları düzenleyen yasalarda da farklılığa yol açtığını, yasaların her toplumun şartlarına uygun olması gerektiğini, ayrıca bir toplumdaki yasaların kendi aralarında da bağlantı ve oranın bulunması gerektiğini vurgulayarak bunu yasaların ruhu olarak açıklamıştır

İslam toplumlarında ; Hz.Muhammet döneminde yargı,yasama ve yürütme erkleri tek bir insanda toplanmıştır.Daha sonrasında Hz.Muhammet’in ölümü ile Hz.Ömer’in halifelik döneminde eyaletlere atanan vali ve kadıları ayırmak kararıyla ilk kuvvetler ayrılığı’nın tohumları atılmıştır.Tabi kuvvetler ayrılığı ilkesinin ana amacı daha demokratik bir toplum oluşturmak gayesidir.Bu bağlamda Hz.Muhammet’in yasama , yürütme ve yargı’yı tek başına yönettiği dönemle daha sonra ; 4 halife döneminde ayrılmalarının daha demokratik bir toplum oluşturduğu söylenemez.Sağlıklı işleyen bir monarşi bazen tıkanmış ve işlemeyen bir demokrasiden daha evladır sonucu ortaya çıkmıştır.Çünkü Hz.Osman döneminde vilayetlerde ki kadılar ile valiler arasında kargaşalar çıkmıştır.Bu durumda demokrasinin tam oturmadığı toplumlarda , kuvvetler ayrılığının işleyemediğinin ve bu durumunda iç savaşların başlangıç noktasında olduğu görülmektedir.

En basit anlatımı ile kuvvetler ayrılığı , tek bir düşüncenin tekelini bir ülke vatandaşlarını bırakmamak için var olup üç temel erk ile ülkenin yönetilmesini sağlayıp ve bu erklerin birbirini denetleme mekanizması oluşması amacını gütmektedir.

Kuvvetler ayrılığının önemini , toplumun en küçük yapısı olan ailenin işleyişi perspektifinden bakalım.

Ø Aile’de anne , baba , bir erkek çocuk ve 2 kız çocuk var.

Ø Aile’de para kazanma görevi erkek çocuğa verilmiş.

Ø Aile’de kural koyma ve aile kararlarına itirazları inceleme ve aile içinde çıkan uyuşmazlıklara karşı karar verme yetisi baba getirilmiş. (yargı ve yasama)

Ø Aile kararlarına karşı itiraz hakkı sadece anneye ve 3 çocuğun salt çoğunluğu elde etmesi sonucu itiraz edebilme hakkı verilmiş.

Ø Aile kararlarını yerine getirme görevi ise sadece anneye verilmiş olsun. (yürütme)

Böyle bir aile de , ev ahalisinin huzuru babanın adaletli , kendini eleştirebilme özelliğine bırakılmış durumdadır.Fakat insan yapısı itibari ile kendini eleştirmez ve bencil bir varlıktır. Aile içinde yasama ve yargı erkleri babanın insiyatifine bırakılmıştır. Bu durumda para kazanma kudreti olan erkek çocuk , yurt dışında eğitim alma talebini babaya ilettiğini düşünelim ve yurt dışında eğitim aldıktan sonra daha fazla para kazanacağını ve aileyi kalkındıracağını düşünelim ama baba bu talebi veto ederse , bu ekonomik kalkınma hareketi sonuçsuz kalacaktır. Yine babanın , anne tarafından yapılan lüks giderlere ( estetik ameliyatı yaptırma , eve alttan ısıtma sistemi getirme vb. ) vergi getirmesi kuralını annenin yürütme erki olarak uygulaması gerekirken , doğal seleksiyon sonucu uygulayamaması durumunda , bir tıkanma hali ortaya çıkacaktır. Bu nedenle kuvvetler ayrılığı , kişilerin insiyatifine bırakılmamalı ve keskin çizgiler konulması gerekmektedir.İlkeler arasında daha flu geçişlerin olduğu yönetim biçimlerinde daha sağlıklı bir düzen oluşabilmesi için daha fazla kanun ve kurallar olmalı ve bunların uygulanması daha efektif olarak çalışmalıdır.

Dünya üzerindeki tüm ülkeleri bir vatandaş olarak kurgulayıp dünyanın yargı tanrısı , yürütme tanrısı ve yasama tanrısı tarafından yönetildiğiNİ simüle edelim. Yürütme tanrısının dünyanın batısında yaşayan vatandaşlara imtiyazlar veren kanunları daha sert bir şekilde uyguladığını düşünelim. Dünyanın doğusunda yaşayan vatandaşların ; imtiyazların kaldırılması için yargı tanrısına başvuruyorlar. Kamu vicdanının olduğu adaletin tecelli ettiği bir yargı tanrısının işler olduğu kabul edelim.Vatandaş konumundaki ülkeler arasında eşitsizlikler azalacak ve vatandaşlar arası savaşlar sıfır noktasına gelecektir. Bu bağlamda da yine eşitliklerin doğru dağıtılması durumunda yine kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsenmiş olduğu bir dünya tasvirinde , daha az insanın öldüğü ve Avustralya da yaşayan bir işçi ile Norveç de yaşayan bir işçinin aynı statü de olduğu bir sistem ortaya çıkmaktadır.

Günümüzde kuvvetler ayrılığına bakacak olursak ; Teorisindeki saf ve pürüzsüz tanımlamaların dışına çıkmış, yasama-yürütme alanındaki net ayrımı değil; çoğunlukla yürüme lehine karşılıklı etkileşimi kapsayan ve genelde yasama ile yürütmenin birleştiği bir yapı hâlini almıştır. Bu çerçevede yasama ve yürütme erklerine karşı en etkili denetim organı, tahmin edileceği gibi, yargı erkidir. Yargı gücünün yanında siyasal toplumdaki basın yayın organları, kamuoyu ve sivil örgütlenmeler de bu denge içinde işlev görmektedirler. Yargının bu çerçevede işlevini etkin bir şekilde devam ettirebilmesi, temel hak ve özgürlüklerin, demokrasi anlayışının, kamu yararı kavramının ve siyasal toplumun araçlarının ülkedeki yerleşmişliği ile doğru orantılıdır. Dolayısıyla bu niteliklerin kazanıldığı yerde yasama ve yürütme arasındaki etkileşimin yürütme lehine olması da büyük bir tehdit olarak algılanmayacaktır.

Kuvvetler Birliği ve Ayrılığına Göre Hükûmet Sistemleri

Hükûmet Sistemleri

Kuvvetler Birliği Sistemleri

Kuvvetler Ayrılığı Sistemleri

Yürütmede Birleşme
Mutlak Monarşi
Diktatörlük

Yasamada Birleşme
Meclis Hükümeti Sistemi

Sert
Başkanlık Sistemi

Yumuşak
Parlâmenter Sistem

Yukarıda ki tablodan yola çıkacak olursak ; Ülkeler , hükümet sistemlerini belirlerlerken ilk yapmaları gereken tercih , kuvvetler birliği sistemi veya kuvvetler ayrılığı sistemlerinden birini seçmek ile başlayacaktır. Bu bağlamda milliyetçilik akımının moda olduğu 1900’lü yılların başlarına bakıldığı zaman ülkelerin kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsediği görülmekteyken Fransız İhtilali öncesinde mutlak monarşi sistemin uygulandığı dönemlerde kuvvetler birliği sistemi kabul edilmiştir.Zaten modern kuvvetler ayrılığı ilkesinin 1800’lü yıllarda ortaya çıktığını düşündüğümüz zaman , ülkelerin demokrasiye daha çok yaklaşmasında kuvvetler ayrılığı ilkesi aslan payını almıştır.Sonuç olarak kuvvetler ayrılığı ilkesi ülkelerin hükümet sistemleri ayırımında ana dallara ayrılmasıdır.

Kuvvetler ayrılığı ilkesi teorik olarak , daha işlenir bir sosyal devlet anlayışı vaat etmesine rağmen , sadece ideal kuvvetler ayrılığı prensibini seçmek tek başına yeterli olmayacaktır.Bu bağlamda yaşayan toplumun karekteristik özellikleri ve demokrasiyi iç potasında eritip eritmediği önem arz etmektedir.

Hükümet sistemlerine göre uygulanan kuvvetler ayrılığı ilkesi değişiklik göstermektedir.Şöyle ki hali hazırda ülkemizde bir hükümet sistemi değişikliğine gidilmiştir.Bu değişime götüren ana faktör kuvvetler ayrılığının bir sonucu olarak erkler arası kontrol mekanizmasının yasama ve yürütmenin daha hızlı ve sadece bir partinin tekelinde olmasına engel olmasıdır.Şöyle ki ;

Türkiye’de kuvvetler ayrılığını hâlihazırda nasıl uygulandığı incelendiğinde Öncelikle hükümeti oluşturması muhtemel bireyler Türkiye’de siyasi partilerin üyesi olarak yola çıkar, ardından da bu bireyler milletvekili adayı olur. Bu adaylık dolayısıyla önce TBMM’ye, yani yasama organına seçilirler. Mecliste milletvekili çoğunluğuna tek başına ya da koalisyonla sahip olan partiler alıştığımız üzere hükümeti kurarlar. Türkiye’de hükümeti oluşturan Başbakan ve Bakanlar Kurulu, gelenekler çerçevesinde meclisteki milletvekillerinden teşekkül eder. Bu durumun nadiren de olsa tarihte istisnalarını görmek mümkündür. Diğer taraftan, hükümette görev alan bir adalet bakanı, milletvekili olması sıfatıyla yasamanın, bakan olması sıfatıyla aynı zamanda yürütmenin, HSYK’ya başkanlık etmesi münasebetiyle de yargının önemli bir parçasıdır. Burada net bir şekilde görüleceği üzere Türkiye’nin mevcut siyasi sistemi kuvvetler ayrılığı ilkesinden uzakta seyretmektedir.Hükümeti oluşturan bir milletvekili çoğunluğunun, doğal olarak kendi kendini eleştirmesini beklemek çok da olası değildir ve insan doğasına aykırıdır. Başkanlık sistemi sonucunda ; partili bir başkan istediği zaman ; yasama organı olan meclisi feshetme yetkisi verilmiştir , yeni sistemin kuvvetler birleşmesine daha yakın olduğu açıktır. Mesala Amerika da uygulanan başkanlık sistemine baktığımız zaman ; Önceki ABD Başkanı Barack Obama, 2008 seçimlerinde Başkan adayı olmadan, yani yürütme erkine talip olmadan önce Amerikan Kongresi’nde Illinois senatörlüğü görevini yürütmekteydi. Obama ile birlikte Başkan Yardımcısı olarak seçimlerde aday olan Joe Biden ise yine Amerikan Kongresi’nde Delaware senatörü olarak görev yapmaktaydı. Obama’nın rakibi olan John McCain ise Arizona senatörü olarak görevine devam etmekteydi. Açık bir tabirle ABD yürütme erkinin en üst noktasına, yani Başkan ve Başkan Yardımcılığına aday olan bu üç ismin hepsi yasama erkinde aktif göreve sahip birer Senatördü.Seçimler yapıldıktan sonra sonuçlar açıklandığında Barack Obama ve Joe Biden isimlerinin ABD Başkan ve Başkan Yardımcısı olarak halkoyuyla seçilip yürütme erkinin başına getirildiğini gördük. Seçim sonuçlarından sonra anayasal olarak gelinen nokta kuvvetler ayrılığı prensibinin en keskin noktasıdır. Yürütme erkine Obama ve Biden ikilisi seçildiği an itibariyle yasama erkinde temsil ettikleri senatörlük görevleri düşmüştür. Dolayısıyla iki veya daha fazla erkin aynı anda bir kişi tarafından kontrol edilmesi ya da bir kişinin her iki erkte de söz sahibi olması engellenmiştir. Burada da net bir şekilde görüleceği üzere bir kişinin birden fazla erkte görev alması söz konusu değildir. Başka önemli bir nokta ise bir kişinin çeşitli erklerde görev alarak kendi çıkarlarını her anlamda uygulamasının önüne geçilmiş, böylelikle erkler arasında çıkar çatışmalarına engel olunmuştur . Amerika ve Türkiye’de başkanlık sistemini kabul etmiş olsa da bir ülkede kuvvetler ayrılığı uygulanabilirken bir ülkede esamesi okunmamaktadır. Ülkemiz üzerinde verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere kuvvetler ayrılığı ilkesi , seçilen hükümet sistemi ile ulaşılabilecek bir kavram değildir.

Parlamenter Sistem Uygulaması ile Türkiye’deki Kuvvetler Ayrılığının Değerlendirilmesine geçecek olursak ; 1982 Anayasasının Başlangıç bölümünün 4’üncü paragrafında “Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu” hükmü ile kuvvetler ayrımının işlevi tespit edilmiştir. 1982 Anayasası’nda kuvvetler ayrılığı kavramı, Anayasa Mahkemesine göre egemenliğin yetkili organlar tarafından kullanımında esas ilke olarak kabul edilmiş ve devletin nitelikleri olarak sayılan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti kavramları için ise temel dayanak noktası teşkil etmiştir .Kuvvetler ayrılığı ilkesi açısından 1982 Anayasasında, yasama yetkisinin yanında yürütmenin de görev ve yetki olarak ifade edilmesi, yürütme organının bir düzenleme yetkisine sahip olup olmadığı sorusunu akla getirmektedir. Anayasamızda ise yürütme için asli düzenleme yetkisi olarak tanımlanabilecek konular sıkıyönetim, olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu iki hâlde de yetki yine anayasadan doğmaktadır. Anayasadan kaynaklanan bu iki yetkinin görev olarak tanımlanmaması ise kararnamelerin içeriklerinden kaynaklanan bir zorunluluk olmaktadır. Yürütme organının yukarıda ifade edilen iki durum dışında yasamanın türevi olarak kanuni düzenleme olmadan asli düzenleme yetkisi kullanabileceği bir durum 1924 ve 1961 Anayasaları’nda olmadığı gibi 1982 Anayasası içinde söz konusu değildir .Yasama organının türevi konumundaki yürütme, yasama organının kanun ile çizdiği sınır içinde yürütme yetkisini kullanmakta ve yasaya uygun düzenleyici işlemler yapmak durumundadır. Bu hâlde yürütme her ne kadar ayrı bir erk ya da işlev olarak tanımlansa veya yatay erkler ayrımı kapsamında yasama ve yargı karşısında eşit bir konumda olsa dahi parlamenter sistem yapısı içinde yasama organının yetkilendirdiği alanda faaliyet gösteren bir statüye sahip olmaktadır. 1982 Anayasası’nda yürütme yetkisi ve görevi’nin düzenlendiği 8’inci md.’nin gerekçesinde “yürütmenin 1961 Anayasasında yasamaya tabi bir kuvvet olarak düzenlendiği; oysa modern hayatta yürütme kuvvetinin devletin beyni ve hareket gücünü oluşturan motoru olduğu ifade edilerek 1961 ile 1980 arasındaki dönemde karar alamayan yürütme gücünü bu durumdan kurtarmak, parlamenter sistemin gereği olan eşitlik ve denklik içinde işbirliği ile faaliyet yürütecek şekilde, yürütme gerekli yetkilere sahip bir kuvvet olarak düzenlenmiştir.” ifadesi yer almaktadır.Anayasamızın gerekçesinde ifade bulan yürütmenin yasamadan ayrı bir güç olması, yasama tarafından yapılan yetkilendirme ile kendisine çizilen alanda faaliyette bulunması gerçeğini teorik anlamda göz ardı etmemiz sonucunu ortaya çıkarmamaktadır. Buna karşılık mevcut olduğu kabul Ankara Barosu Dergisi • Yıl:68 • Sayı: 2010/4 96 edilen bu ayrımın günümüzdeki görünümü ise yasamanın yürütme tarafından yönlendiriliyor olması ve parlamento denetiminin çoğunlukla teoride kalan bir tanımlama hâline gelmesi, yasama ile yürütme arasındaki ayrımda yürütmenin öne çıkmasıdır . Katı disiplinli parti sisteminin hâkim olduğu ülkemizde, partiden ihraç korkusu taşıyan milletvekillerinin parti yönetiminin isteği yönünde oy kullanması olağan bir durumdur. Hâl böyleyken parlamentoda çoğunluğa sahip iktidar partisi, yasa tasarılarını parlamentoyu dışlayarak süratle yasalaştırmaktadır. Yasama ile yürütme arasında kuvvetler ayrılığı olduğunu söylemek bu halde anlamını yitirmektedir Parlamenter sistemin esaslarından olan yürütmenin yasama organı tarafından denetiminde de sorunlar yaşanmaktadır. Parlamentoda çoğunluğa sahip iktidar partisi, bu denetimin gereği gibi yapılmasını engelleyebilmekte; böylelikle yasama-yürütme arasındaki dengeyi yürütme lehine bozmaktadır .Yasama organının parlamentoda çoğunlukta olan partinin kontrolü altında olmasından dolayı yasama ile yürütme arasında ayrılıktan çok bir bütünlük olduğu kabul edilebilir .Mevcut durum bu şekilde özetlendiğinde kuvvetler ayrılığı ilkesi işlevini yitirmiş gözükmektedir. 1982 Anayasası ile parlamenter sistem, cumhurbaşkanına tanınan yetkiler de dikkate alındığında klasik anlamını yitirmiş durumdadır. Cumhurbaşkanının ve başbakanın konumları düşünüldüğünde, yürütmenin yasama karşısındaki ağırlığı ön plana çıkmaktadır .Anayasamızın 101 ve 102’nci maddelerinde 31.05.2007 tarih ve 5678 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle cumhurbaşkanının genel oyla seçimi kabul edilmiştir. Bu seçim şekli cumhurbaşkanının yasama organı karşısında “demokratik meşruluğunu” güçlendirecek, kullanacağı inisiyatifin ağırlığını artıracak, etki sahasını genişletecektir .Yürütme organının sorumsuz kanadını oluşturan cumhurbaşkanına, anayasa değişikliği ile sağlanan doğrudan meşruiyetin yürütme içindeki dengeleri nasıl değiştireceği ve yasama-yürütme ayrımında yürütmeye ne gibi ayrıcalıklar yaratacağı sorusu da gündeme gelebilecektir. Bu değişikliğin bir süre sonra cumhurbaşkanının yetkilerinde de bir değişimi ortaya çıkarması ihtimali ise her zaman için mümkün görünmektedir. Yürütmenin sorumlu kanadı ise siyasal hayattaki disiplinli parti gerçeği göz önüne alındığında, her ne kadar yasama içinden çıksa da, yasamayı güdümüne alarak yürütmenin yasama ile birleşmesine neden olmaktadır .Anayasamızın 9’uncu md.’de, yargı yetkisi ile ilgili düzenlemenin gerekçesi “yargı yetkisi, fert hak ve hürriyetleri sorununun ortaya çıktığı günden beri kabul edildiği üzere bağımsız organlar tarafından, bağımsız mahkemelerce yerine getirilecektir.” şeklinde ifade edilmiştir. AYM kararında ise yasama yetkisi, yürütme görev ve yetkisi olarak belirtilen kuvvetler ayrılığı teorisinin iki erkine karşı mutlak bağımsızlığı yine AY’nın 138 ve 139’uncu maddeleri ile teminat altına alınmıştır. 1982 Anayasası’nda yapılan düzenlemeler ile yasama ve yürütme karşısında yargının yapacağı denetimin kapsamının daraldığı görülmektedir. Bu düzenlemeler egemenlik kavramındaki değişiklikle birlikte yasama, yürütme ve yargı erkleri arasından yürütmeye daha fazla yetki verilmesi sonucunu doğurmuştur .Yürütmenin yargı karşısında güçlendiği bu şekilde ileri sürülürken, 1961 ve 1982 Anayasaları’nda yargının, yasamaya karşı “fren ve denge unsuru” olarak görüldüğü; yasama ve yürütmenin, yürütme yetkisinde birleşmesi ile ortaya çıkan “siyasi erk” in karşısına yargı erkinin çıktığı ve kuvvetler ayrılığının bu ikisi arasında var olduğu; yasamanın, yürütme üzerinde kullanamadığı denetleme yetkisinin yargı tarafından kullanıldığı da ifade edilmektedir.

Sonuç olarak ülkemizde parlamenter sistem rejimi uygulandığı dönemdeki gibi başkanlık sisteminde de kuvvetler ayrılığı ilkesi sadece teori olarak kalıp , pratiğe yansımayacaktır.

--

--

Alper Çakmak

İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk (2011–2015) — Gaziantep Üniversitesi — Ekonomi Hukuku ( Master )- 2016 — … Avukat — Yazar